ÂŞIK FERRAHİ
Evet, kimdir Ferrahi, kimdir? Âşık Ferrahi'nin babası Mustafa Ergat, Siirt'in Eruh
Kazası'nın Kever Köyü'ndendir.
1914-1918 yılları arasında memleketinden göç ederek Adana'nın Ceyhan
Kazası'nın Kurtkulağı Köyü'ne yerleştiği bilinmektedir.
Bu köyde hayatını kazanmaya çalışan Mustafa Ergat, çok kısa zamanda
kendisini köy ahalisine kabul ettirir ve sevilen biri olur. Hele zamanın
şöhretli zenginlerinden hemşehrisi İbrahim Koruklu'yla tanışınca yıldızı
iyice parlar. İbrahim Koruklu onu Ceyhan'da mahalle bekçiliği görevine
getirtir, ardından da Ceyhan'ın Küçük Mangıt Köyü'nden bir kızla
evlendirir.
Hemşehrisi İbrahim Ağa'nın gözüne girmeyi başaran Mustafa Ergat, onun
sayesinde Ceyhan'ın sevilen ve sayılan bir siması olur. Fakat, bu arada
Küçük Mangıt Köyü'nden evlendiği karısı ölür. Karısını kaybeden Mustafa
Ergat yine İbrahim Koruklu tarafından, bu sefer de Ceyhan'ın Kıvrıklı
Köyü'nden Osman Metin (Çingil Osman) in bacısı Emine ile evlendirilir.
Mustafa Ergat'ın bu hanımdan 1934 yılında Mehmet Ali, (Aşık Ferrahi)
sonra da Sabiha olmak üzere iki çocuğu dünyaya gelir. Mustafa Ergat'ın
hayat çizgisi İbrahim Ağa'nın ellerinde yükselmeye devam etmektedir. Artık
Mustafa Ergat Ceyhan'ın tütün kolcusudur. Bu görev ona daha büyük bir
çevre ve ün kazandırır.
Ancak, Mustafa Ergat görevinin şuurunda bir tütün kolculuğu
sevdasına kalkışınca işler tersine döner ve bir gün, bilerek ya da bilmeyerek,
zamanın tanınmış zengini İbrahim Koruklu'nun adamlarını, kaçak tütün
satarlarken yakalatır. Böylelikle Ağa'ya ihanet etmek gibi büyük bir
çılgınlığa düşen Mustafa Ergat, feci şekilde dövülür. Yediği dayak sonucu
aklını oynatır ve bir gün evini barkını terk ederek, çeker gider. Ceyhan'a
bir daha da dönmez. Onun için nerede, ne zaman öldüğü dahi bilinmemektedir.
Babasının gidişinden çok kısa bir süre sonra annesini de kaybeden
Mehmet Ali'yi ve kız kardeşini, dayısı Osman Metin yanına alır.
Daha 7-8 yaşlarındayken hayatın cilvesi ona başka bir
dünyanın kapısını
aralar. Mehmet Ali, köy tarafından Halil Turan'a besleme olarak verilir.
Halil Turan'ın kapısında uzun bir zaman çobanlık yapan Mehmet Ali'nin işe
yatkın olduğunu anlayan dayısı onu tekrar yanına alır. Bu sırada kız
kardeşi de evlenir. Artık tamamen yalnızdır. Köyün sığırlarını güderek,
traktör sürerek ekmeğini kazanmaya çalışır.
Derler ki; Çoban Mehmet Ali on iki yaşındayken bir gün, bir rüya görür.
Rüyasında bir kıza aşık olur. Bu aşk onu aşık yapar; sığır gütmeye yarayan
değneğini saz yapar, dilini açar, gönlünü kanatlandırır ve onu ''AŞIK
FERRAHİ'' yapar.
Aşığımız, bir yandan yaşamaya, ekmeğini kazanmaya çalışırken; bir
yandan da dağda, bayırda, kumda bir başına alfabenin hem eskisini hem de
yenisini sökmeye çalışır. Başkaları için zor olan, onun için hiç de zor
olmamıştır. Gayretleri sonunda Karacaoğlan'ın, Kerem'in, Aşık Garip'in
kitaplarını okuyabilecek duruma gelir. Hatla sadece aşk hikayeleri,
şiirleri okumakla kalmaz, yazmaya da başlar. İlk şiirlerini bir defterde
toplar ve ''Mahsun Çocuk'' adını verir. Fakat ne yazık ki, bu defter
günümüze kadar ulaşamaz.
1954 senesinde Aşık Ferrahi İstanbul'dadır. Ayazağa ve Zeytinburnu
Süvari Bölüğü'nde askerdir. Ancak askerliği sırasında tüberküloz
hastalığına yakalanır. Hava değişimi için köyüne gönderilir. Fakat
hastalık geçmediğinden, tekrar asker ocağına dönemez.
Bu hastalık Ferrahi'nin hayatında adeta yeni bir dönemin
başlangıcı sayılır. Asker ocağına bir daha dönemeyen Ferrahi'nin verem
olduğunu
anlayan dayısı, çocuklarını bu bulaşıcı hastalıktan korumak için, onu
evinden uzaklaştırır. Bu yüzden Ferrahi de köyünü terk eder, ya da terk
etmek zorunda kalır.
İlk gittiği yer Ceyhan'dır. İlk gördüğü dostu Hamit Zorba. Hamit Zorba,
çalıştığı çiftlikte ona da bir iş ayarlar. Ferrahi, bir müddet burada
çalışsa da traktör sürmek pek işine gelmez. Çünkü O; ''Mahsun Çocuk''una
yeni şiirler ekleyecektir, yeni türküler çığıracaktır.
Sene 1958'dir; elinde Kayserili Ömer Usta'nın yadigarı sazı ile
varır
gider Ceyhan'daki Şevket Eser'in saz evine. Saz çalmadaki ilk marifetini,
yani Şevket Eser'in tabiriyle ''Gam yapmasını'' öğrenir. Bu çalışmalar
yavaş yavaş, ama daha bilgili ve şuurlu bir şekilde Ferrahi'nin rotasını
Aşıklar Dergahı'na yöneltir.
Artık aşığımız sazıyla, sözüyle ve korkunç kaderi ile bir
başına ömür
sürmeye başlar. Nereye, ne zaman gideceği; kime, nasıl uğrayacağı belli
değildir. Çünkü O;
''Neyleyim serveti, neyleyim malı
Şimdi bir serseri Ferrahi'yim ben'' der...
Aşık Ferrahi'nin hayatının bundan sonraki dönemlerine
baktığımızda, onu
türlü dertlerle, hastalıklarla, sevinçlerle iç içe bir hayat kavgasında
görürüz.
Zaman zaman tıpkı diğer aşıklar gibi o da kendisini ispat etmek için ''Aşıklar
meydanı''na çıkmaya başlar. Düzenlenen şenliklerde, sazıyla sözü dost
olunca, Aşık Ferrahi'nin bütün yurt köşelerine yayılan haklı şöhreti
ortaya çıkar.
Bu sırada Adana'nın Kürkçüler Köyü'nde bir düğün gecesi, görüp
tanıştığı akrabadan bir kıza gönül verir. Kısa bir süre sonra alıp kaçırır
kızı, getirir köyüne, 1959'da onunla evlenir. Sırasıyla biri kız, ikisi
erkek üç çocuğu olur. Kızına anasının adını (Emine), ikinci çocuğuna
babasının adını (Mustafa), son çocuğuna ise, Konya Aşıklar Bayramı'nda
tanıştığı Fevzi Halıcı'nın isteği üzerine, Mevlana'nın Türbesi yakınında
mezarı bulunan Konya'lı şair Şem'in adını verir.
1960-1961 yıllan arasında dayısından kalan 35 dönümlük
tarlasını
satarak Kıvrıklı Köyü'nden Adana'ya göç eder.
Sinanpaşa Mahallesi Kışla Caddesinde bir saz evi açar. Burada bir
yandan bu işin meraklılarına saz dersi vermeye çalışır, bir yandan da plak
satarak geçimini sağlar.
Bu çalışmalar Adana'daki sanat çevresi tarafından ilgiyle takip edilir.
Hatta başta Adana Radyosu olmak üzere İzmir ve İstanbul Radyolarında
programlar yapar. Yaptığı programlarda okuduğu ''Ela gözlü nazlı yari'',
''Ah neyleyim gönül senin elinden'' ve ''Hasta gönlüm divanedir durmuyor''
türküleri çok popüler olur.
Ancak Ferrahi'nin mutluluk yıldızı pek fazla ömürlü olmaz. Çünkü
askerdeyken yakalandığı verem hastalığı günbegün kendisini iyice
hissettirmeye başlar. Her gün biraz daha artan dertlerinin acısıyla
yalvarır Allah'a,
''Der Ferrahi takat kalmadı bende
Her türlü yareler açıldı tende
Yarab bu derdimin dermanı sende
Bu derdime çare çare Allah'ım''
Bu çaresizlikler içerisinde biricik kızı Emine'ye beş yaşındayken hem
okuma-yazmayı, hem de saz çalıp türkü söylemeyi öğretir Ferrahi.
Ama dertler daha gaddar, daha acımasız olmuştur artık. Kötünün kötüsü,
beterin beteri; gırtlak veremi.
''Der Ferrahi kime diyem halimi
Konuşurken sakat ettin dilimi
Yara açtın göğsüme büktün belimi
Vücudumu delik delik eyledin''
Evet, çalıp söyleyen, konuşan, minarelerden ezan okuyan bir Ferrahi yok
artık. Sakat olan bir dilin bedeni var. Sessiz ve işaretlerle konuşan bir
beden.
Buna rağmen Ferrahi yine metanetini yitirmez. Zira kendisinin
sazı ve
Emine'sinin sesi vardır. Var olanları değerlendirir aşığımız. Kendisi
çalar, Emine okur türkülerini. Artık Ferrahi bir ama, kızı onun değneği
olmuştur.
Bu beraberlik alır götürür onları, ilden ile, dilden dile ve 1967'de
ikincisi yapılan Konya Aşıklar Bayramı'na. Kendisinin çalıp kızının
okuduğu ''Ela gözlü nazlı yari'' türküsüyle türkü dalında birinci olarak
Mihri Hatun, 1968'de ise yine kızıyla beraber türkü dalında Köroğlu
birincilik ödülünü almaya hak kazanırlar.
Şanına şan katan birincilikleri onun daha da geniş kitlelere sesini
duyurmasına sebep olur. Ama ne yazık ki dertler bir türlü bırakmaz
yakasını ''Bahtı kara Ferrahi'nin''. 1969 senesinin 22 Nisan'ında,
hayatının en verimli çağında, göçer gider bu dünyadan. Geriye otuz beş
yılın bela dolu bir hayat hikayesinin kahramanı olan çilekeş Ferrahi'yi
bırakır.
Halil Atılgan |