Nesimi
Çimen ( d. : 1931 - h.y. : 2 Temmuz 1993 )
1.
Bilgi: kaynak: wikipedia
1931 yılındɑ
Adɑnɑ'nın Sɑimbeyli ilçesinde doğdu. Dɑhɑ sonrɑ tüm ɑilesiyle birlikte
Kɑyseri'nin Sɑrız ilçesine yerleşti ve bir köy ɑğɑsının yɑnındɑ mɑrɑbɑ
olɑrɑk çɑlışmɑyɑ bɑşlɑdı. Ağɑnın kızı Dilber'e ɑşık oluncɑ, birlikte
Kɑyseri'den kɑçıp Elbistɑn'ın Sevdili Köyü'ne yerleştiler. Anɑdolu
Aleviliği'nin yoğun yɑşɑndığı bu bölgede uzun süre kɑldıktɑn sonrɑ İstɑnbul'ɑ
tɑşındı. İşçi olɑrɑk Almɑnyɑ'yɑ gitmek için çabaladı, fakat nefes daɾlığı
olduğu için başaɾamadı ve ailesiyle beɾabeɾ Osmaniye'nin Kadiɾli
ilçesine göç etti. Bu dönemde yazaɾ Yaşaɾ Kemal ile tanıştı ve onun da
yaɾdımıyla biɾ fabɾikada işe başladı. Gɾeve çıkan işçileɾin başına geçince
işten altıldı ve ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967
yılında Tunceli'de seɾgilenen biɾ Piɾ Sultan Abdal oyununda oynayan ve
deyişleɾ söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına alındı ve bıyığının
yaɾısı tek tek yolunmuş biɾ vaziyette seɾbest bıɾakıldı. Ailesiyle biɾlikte
Zeytinbuɾnu'nda biɾ gecekonduya yeɾleşti. sozkimin.com Evinde konaklayanlaɾ
aɾasında Yaşaɾ Kemal, Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boɾan, Mehmet Ali
Aybaɾ, Haɾun Kaɾadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şeɾif, Aşık İhsani, Emekçi ve
Ali Özgentüɾk gibi isimleɾ vaɾdı.
Küçük yaşta tüɾkü deɾlemeleɾi yapan Nesimi, topladığı folkloɾ değeɾleɾini ɾadyo
aɾşivleɾine kazandıɾdı. Hatayi, Piɾ Sultan Abdal ve diğeɾ usta ozanlaɾın
nefesleɾini söyleyeɾek kendisini tanıttı. Nefesleɾini, tüɾküleɾini bağlama ile
değil, göğsünde taşıdığı cuɾa eşliğinde söyledi ve cuɾa çalmada
ün kazandı. Kendi yazdığı deyişleɾini de okuyup söylemiştiɾ.
2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta, Madımak Oteli'nin yakıldığı ve 35 kişinin
öldüɾüldüğü Sivas Katliamı'nda Hâkk'a yürüdü. Cenazesi İstanbul Kaɾacaahmet
Mezaɾlığı'na defnedildi. Balet ve müzisyen Mazlum Çimen'in babasıdıɾ.
kaynak:
wikipedia
2.
Bilgi:
Nesimi Çimen 1931 yılında Adana'nın Saimbeyli
Kazasının Fatmakuylu Köyü'nde doğdu. 1941 yılında on yaşındayken ailesiyle
birlikte Kayseri'nin Sarız kasabasına bağlı İncemagara Köyü'ne göçtü. Oniki
yaşında heveslenerek cura çalmaya başladı.
Bulunduğu ortamda Alevi deyişlerini öğrendi ve çevresinde, kendine özgü
yorumlarıyla ilgi gördü. O günden ölümüne kadar curasını elinden bırakmadı,
curasıyla birlikte iki Temmuz 1993'te Sivas'ta şeriatçi ateşte yandı. Yoksul
bir Alevi ailedendi.
Daha çocuk yaşta hayatını çalışarak kazanmaya başladı. 1946 yılında evlendi,
tekrar göçtü. Bu defa Adana'nin Kozan kasabasıniın Faydalı Köyü'ne yerleşti.
O köyde çapacılık yaptı. Kalaycılık ve bakırcılık öğrendi.
Geçimini köy köy dolaşarak bu mesleklerden sağladi. Bir yıl sonra tekrar
Kayseri-Sarız' a göçtü. 1953 yılında askere gitti. 1956 da tekrar Adana
Kadirli'ye döndü.
1959 da ise Maraş- Elbistan'ın Akdil Köyü'ne yerleşti. 1960 yılında tekrar
Kadirli'ye dönen Nesimi Çimen'i bu kadar sık göçüren neydi? 1962 yılından
sonra İstanbul'a yerleşti ve bir mozaik fabrikasına işçi olarak girdi.
Işçilikle birlikte Nesimi'nin hayatı da biraz düzene girdi. Yeni kurulan
Türkiye Işçi Partisi ile tanıştı ve partiye üye oldu. TIP'in düzenlediği bir
çok gecede kendi demelerini ve Alevi deyişlerini çalıp söyledi.
1984'ten 1987 yılına kadar İsveç'te yaşadıktan sonra, orada oturma hakkı
olmasına ragmen ülkeye dönmüştü. Dönmeden önce Almanya'nin bir çok kentini,
bu arada Berlin'i de ziyaret etmişti.
Sanki dostlarıyla vedalaşmaya çıkmıştı, curanın bu büyük ustası.. .
Türkiye'de eserlerini yayınlamak istiyordu. Umarım, onun acılarımı dile
getireyim dediği eserleri zaman geçmeden yayınlanır. Nesimi eserleriyle
sevenlerine ulaşır.
Nesimi Çimen sık sık sermayemiz laf derdi. Muhabbetine katılanlar, onun
başından geçenleri nasıl bir öğreti gibi anlattığına şahittirler. Ben bir
tanesini size aktarayım:
Nesimi Çimen, arkadaşları Osman Dağlı ve Mehmet Tokatlı ile aşırı bir sıcak
günde Istanbul'da bir cadde de birini beklemektedirler. Gelecek, saatler
geçmesine ragmen gelmemiştir. Sıcaktan ayakta duramaz hale gelen üç arkadaş
yakınlarındaki camiiyi görerek gölgesine sığınmak isterler.
Kapıda camiinin hocasi Nesimi'ye dur sen giremezsin der Elindeki ne diye
sorar. Nesimi: Cura diye yanıtlar soruyu. Onunla içeri giremezsin der hoca.
Nesimi; Niye girilmesin Hoca. Surda bir Müslüman gelse. Elinde kitabıyla
içeri girmek istese engel mi olacaksınız? Onu elbette sokariz der Hoca.
Nesimi, o halde ben de gireceğim, cura benim kitabim der ve girer camiinin
içine.
Sıcaktan kavrulmus üç arkadas gölgede biraz rahatlamışlardır. Nesimi Çimen
uzanı verir camiinin ortasına. Hoca tekrar görevini yapar.
Allah'ın evinde böyle uzanılmaz! Nesimi cevabı yapıştırır: Be Hoca, bura
Allah'ın evi, bende ona misafir geldim. Yani Allah'ın evinde de mi rahat
edemeyeceğiz?“ Hoca ne söyleyeceğini şaşırmıştır.
Oğlu
Mazlum Çimen anlatıyor:
Madımak’ta katledilen ozan Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum
Çimen, “Madımak bana hayatın miladı gibi geliyor, Madımak’tan önce ve sonra.
Daha çok soru sormaya, olgunlaşmaya başlıyor insan. Sivas bizi büyüttü.
Yaşanlara rağmen biz hâlâ sevebiliyoruz” diyor.
Madımak... 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşananlar tarihe bir katliam olarak
yazıldı. Aydın, sanatçı, genç ve çocuk 35 kişi katledildi. Halk ozanı Nesimi
Çimen de o gün Madımak’ta yakılanlar arasındaydı. Nesimi Çimen, derlemeler
yapar, türkülerini bağlama ailesinin en küçük çalgısı olan cura eşliğinde
söylerdi. Madımak’ın 16’ncı yıldönümünde Nesimi Çimen’i ve Madımak’ı, ozanın
sanatçı olan oğlu Mazlum Çimen ile konuştuk.
»Katliamdan önce babanızı en son ne zaman gördünüz?
2 Temmuz’dan altı-yedi ay önce görmüştüm. Onat Kutlar, ben ve babam
görüşmüştük.
»2 Temmuz’da neredeydiniz?
Ben o gün öğlene doğru Uzunköprü’den gelmiştim. Hasret Gültekin ile
‘Rubailer’ diye bir çalışma yapacaktık. Tanrı ve kul arasında bir sorgulama
yapabilecek bir çalışmaydı. Biz aslında o akşam Halil Ergün’le birlikte
Sivas’a gidecektik şenlik için. Biletlerimiz cebimizdeydi. Bilmiyordum neler
olduğunu ve akşama doğru Çiçek Pasajı’na gittim. Halil geldi ve “Sivas’tan
haberiniz var mı?” diye sordu. Ben Sivas’a gideceğimizi soruyor sandım.
“Sivas yanıyor. Oteli yakmışlar” dedi. Böyle öğrendim. Sonra eve gidip
haberlere baktım. O zaman 16 kişinin öldüğü söyleniyordu. Listede dördüncü
sırada babam vardı. Tam bir kamera şakası gibiydi.
»Neler hissettiniz?
Ne hissettiğimi bilmiyorum. Babam dördüncü sıradaydı fakat o kadar çok
tanıdık isim vardı ki... Anlatılamayacak bir acı. Dondum. Buzdolabını açıp
kafamı içeri kapatmıştım. Tam tarifi yok. Adını koyamıyoruz.
»Hayatınızın bir parçası gitti aslında...
Evet. O an bunu hissetmiyorsunuz. Fakat sonra oturuyor hayatınıza yavaş
yavaş. Bir anlıyorsunuz ki; hayatınızla ilgili birileri karar alıyor ve onu
uyguluyor ve siz bunların karşısında hiçbir şey yapamıyorsunuz.
»Sivas’ta kuşatma sekiz saate yakın sürdü. Babanızla, ailenizin
görüşme fırsatı oldu mu?
Olmadı. Aziz Nesin’in, Erdal İnönü’yü aramasını, Arif Sağ’ın meclise ulaşmış
olduğunu sadece biliyoruz. İnönü’nün, “Hiç merak etmeyin, her şey kontrol
altında” dediğini biliyoruz. Erdal İnönü, iyi bir adamdı, kimseye zararı
yoktu, hiçbir şeye dokunmazdı fakat gerçekten bize dokunmadı. İnönü’ye “Sen
Başbakan vekiliydin. Bu katliam neden oldu?” diye sorulmadı. Hiçbir soruya
cevap vermeden gitti. Bu gerçeği de sanırım kaçırıyoruz. Sorulması
gerekiyordu. İnönü’nün bir şey yapması gerekiyordu. Çok iç acıtıcı bir
durum. Kendi içimizdeki sorunları hiç irdelemedik.Maraş, Çorum, 1 Mayıs’lar
hep demokrat olduğuna inandığımız yapıların bir şekilde elini iktidara
sürdüğü anlardı.
»2 Temmuz öncesi bir tereddütünüz var mıydı? Sanırım babanız
daha önce de Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nde saldırıya uğramıştı.
Kayseri’de bir etkinlikte lokal yakılmıştı. Babam pencereden atlamış ve
kurtulmuştu. Sivas’taki şenliğin bütün sponsorluğunu Kültür Bakanlığı
yapıyordu. Pir Sultan Abdal Derneği de buna güvenerek yapmıştı şenliği.
Fakat bakan açılışta ve sunumda yoktu. Fikri Sağlar’a da sormak gerekiyor.
Tereddüt şuradan çıkmalı; tereddüt şüphe etmektir. Hiçbir yapı, tandans,
Sivas’tan sonra “Aleviler acaba bize saldırır mı?’ tereddütü yaşamadı. Biz
böyle bir şey yapmayız.
»Alevi düşüncesinden kaynaklı galiba...
Temelde evet. Doğası gereği Aleviler aydın, ilerici olmak, insan
hümanizmasını ekseninde tutmak zorunda. Eğer biz aynı düşünce ve bağnazlıkla
bir yeri yaksaydık, karşımızda kim bilir neler olurdu? Hiçbir şey yapmadan
başımıza neler geldi. Bugüne kadar hep katli vacip görülmüş insanlar
Aleviler. Bizim müziğimizde tiz, yukarı se bulamazsınız. 12. yüzyıldan sonra
biz hep gizli yerlerde ibadet etmişiz. Korkuyla yavaş şarkı söylemişiz.
Haber alınıp öldürülme korkusuyla normal insanın duyabileceği seste
ibadetimizi yapmışız. Bu faşizmdir.
»Bu korku hâlâ sürüyor mu?
Ben Aleviliğe ateist noktadan bakıyorum. Bu son 10 senede biraz daha rahat
gibi görünüyor Alevilik açısından. Fakat alttaki çalışmalar, okullardaki
eğitim sistemi, din, inanç özgürlükleri gibi konularda iyi durumda değiliz.
Biz üste bakarken altta yaşananları göremiyoruz. Bizar daha dikkatli
olmalıyız. Hâlâ ve hâlâ devlet, ‘Sivas bir katliamdır’ sözünü söylememiştir.
Bunu söylese benim İslami kanallarla bir sorunum da kalmayacak.
»Size yasak mı uygulanıyor?
Aksine çok istiyorlar fakat ben çıkmak istemiyorum. Nerde nasıl
yaşayacağımın ötesinde ne yaşayacağım önemli. Bağırıyorlar ben tarafım diye.
Bizimle beraber en azından kınamalılar. Herhangi bir 2 Temmuz’da o gün ana
haberini ona ayırsalar ve kınasalar ne eksilir. Yaşanan bir vahşeti kınamak
çok mu zor? Savunulacak bir tarafı yok, savunmuyorlar da. ‘Vahşettir. Bu
yanlıştır. Evet biz de kınıyoruz’ demeliler.
»Toplum Madımak’la yüzleşmek istiyor mu?
12 Eylül darbesi yaşandı bu ülkede ve o dönemin anayasası yüzde 92 ile kabul
edildi. Şimdi sorsanız, ‘hayır’ diyecekler. Acaba 12 Eylül ile yüzleşildi
mi? Daha 12 Eylül ile bile yüzleşemedik. Kenan Evren kendini asacağını
söylüyor, eğer yargılanırsa. Bence asılmasın, ibret olarak yaşatılmalı. 1
Mayıs’ı, 15-16 Haziran’ı, Maraş ve Çorum’u çözmeden bu sorunu çözemezsiniz.
Sivas tek başına bağımsız bir olay değil.
»Madımak’ta yaşananlar unutuluyor mu?
18-20 yaşındaki çocuklarla konuşuyorum. “Neredeydin” diye soruyorlar.
“Babamın mezarındaydım. Bugün yıldönümü” diyorum. Neyin yıldönümü diye
soruyorlar, “Sivas’ın” cevabını verdiğim zaman, “öyle bir şey var” şeklinde
sözler duyuyorum. İnsanlar bilmiyorlar. Tüketim toplumu yaratılıyor. Böyle
bir toplumdan nasıl yüzleşmesini bekleyebilirsiniz? Toplumun önce kendisiyle
yüzleşmesi gerekiyor. Bu coğrafyada toplum olup olmadığından şüpheliyim.
Güruh var. Bu kadar zehir zemberek yaşanan bir süreçte, oynayan bir toplum
olabilir mi? Her gün toplum olmayacağını bas bas bağıran bir güruh var. Bu
kadar bol cepten aydın harcayan bir toplum olabilir mi? Madımak aynı zamanda
çocuk ve genç katliamıdır. Gençlik ve gelecek yakıldı. Koray yakıldı, 12
yaşında.
»Karamsar bir tablo çizdiniz. Umut bu tablonun neresinde?
Umut bir ütopya. Aksi durumda ben müzik, sanat yapmazdım. Umut yoksa, müzik
yapamazsınız, kitap okuyamazsınız. Umut bir sorudur aslında. Kafanızda
sorular yoksa hiçbir şey yapamazsınız. Yaşamaya dayanamayız umut olmasa.
Çok umutsuzum fakat hâlâ umut ekmeye çalışıyorum. Mesele umutsuz bir şekilde
umut ekmek değil. Yeniden ektiğim umudun tohumların elimin altında gizlice
saklamam gerektiğini hissediyorum.
»Hayatınızda Madımak öncesi ve sonrası gibi bir ayrım var mı?
Sivas bana hayatın miladı gibi geliyor, Sivas’tan önce ve sonra. Daha çok
soru sormaya, olgunlaşmaya başlıyor insan. Madımak’ta yanan insanların
ailesi bence bu toplumda en güzel büyümeyi yaşayacak insanlardır. Çocuklar
çok güzel, kinsiz, nefretsiz ama öfkeli büyüdüler. Öfkeyi hınca
dönüştürmediler, öfkeyle yaşamasını ve enerjiye dönüştürmesini becerdiler.
Ben 35 kişilik bir aileyiz diyorum. Bizim ailemiz kimseye dokunmadan, öfkeye
başka bir insana karşı değil yaşama karşı bileyerek büyüdü. 93 bizi
büyüttü... Yaşananlara rağmen biz hâlâ sevebiliyoruz... Farklı yaşamayı,
sakin kalmayı, alçak gönüllü olmayı, öne çıkmamayı öğrendik... Sivas olayını
yaşamış insanların ailelerinden kimsenin öne çıktığını görmezsiniz... Dişe
diş yürüdük bugüne kadar ve bizim kadar yürüyen kimse yoktur... Popülist
yaklaşmadık. Fakat bizim sırtımızdan kullanarak popüler olan insanlar
tanıyorum. Emekçi’nin bir lafı vardır “Kanı mark eylediler” diye.
»Oğlunuz nasıl etkilendi yaşanalardan?
Her oturduğumuzda babamdan bahsederken, “Dedem böyle yapar mıydı?” demesi
beni üzüyor. Dedesini hiç tanımadı. Oğlumdan dedesini aldılar. ‘Benim babam
bir kahraman’ etkinliğinde ben şöyle demiştim: “Kahraman baba istemiyorum.
Eğer babam kahraman olacaksa bu toplumda bir sorun var demektir. Devlet
kahraman olsun ve bizi, ailemizi, babamızı korusun. Bu toplum kahraman
babalar yaratmaktan muzdarip artık.”
»Katliamdan sonra hiç Sivas’a gittiniz mi?
15 sene sonra, geçen sene gittim. “Bir daha gelmeyeceğim” diye karar verdim.
Slogan atmak, flaş kelimeler kullanmak neyi değiştiriyor. Yaşananları orada
bırakıp, geri döndüğünde ve normal hayatına başladığın anda, o sözcükler
hayatında yer almıyorsa, neye yarar ki. Her an bağırmalıyız. Hayatın içine,
bütününe yaymalıyız. Acılarımızı güncelleştiremiyoruz. Her anımıza
hükmetmemeli acı fakat acıyı terbiye etmeliyiz. Acı da bizi terbiye etmeli,
eğitmeli. O zaman bir anlamı olur yaşadıklarımızın.
»Devletin yaklaşımını nasıl karşılıyorsunuz?
Geçen gün Ertuğrul Günay, ”Sivas devletin büyük bir ihmalinden kaynaklandı”
dedi. İlk defa bir devlet adamı ciddi birşey söyledi. Erdal İnönü dahil
böyle bir şey söylemedi benim için. En acı durumlardan birisi şu: Şimdi
CHP’li o dönem SHP’li olan insanların çoğu sanıyorum 4 Temmuz’da güven
oylamasında, tek bir fire bile vermeden güvenoyu verdiler. Bunu da
sorgulamalıyız. Daha acısı Sivas 93’te yaşandı. 2003’te AKP tek başına
iktidar oldu bu ülkede. Şimdi umut mu büyüyor yoksa başka bir şey mi?
**
Mücadeleyle geçmiş bir hayat Nesimi Çimen
Aslen Dersimli olan Alevi Bektaşi halk ozanı Nesimi Çimen 1931 yılında
Adana’nın Saimbeyli ilçesinde doğdu. Daha sonra tüm ailesiyle birlikte
Kayseri’nin Sarız ilçesine yerleşti ve bir köy ağasının yanında maraba
olarak çalışmaya başladı. Ağanın kızı Dilber’e aşık olunca, birlikte
Kayseri’den kaçıp Elbistan’ın Sevdili Köyü’ne yerleştiler. Anadolu
Aleviliği’nin yoğun yaşandığı bu bölgede uzun süre kaldıktan sonra
İstanbul’a taşındı. İşçi olarak Almanya’ya gitmek için çabaladı, fakat nefes
darlığı olduğu için başaramadı ve ailesiyle beraber Osmaniye’nin Kadirli
ilçesine göç etti. Bu dönemde yazar Yaşar Kemal ile tanıştı ve onun da
yardımıyla bir fabrikada işe başladı. Greve çıkan işçilerin başına geçince
işten altıldı ve ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967
yılında Kayseri’de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan ve
deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına alındı. Ailesiyle
birlikte Zeytinburnu’nda bir gecekonduya yerleşti. Evinde konaklayanlar
arasında Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Mehmet Ali
Aybar, Harun Karadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şerif, Aşık İhsani, Emekçi ve
Ali Özgentürk gibi isimler vardı.Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi,
topladığı folklor değerlerini radyo arşivlerine kazandırdı. Pir Sultan Abdal
ve diğer usta ozanların nefeslerini söyleyerek kendisini tanıttı.
Nefeslerini, türkülerini bağlama ile değil, göğsünde taşıdığı cura eşliğinde
söyledi ve cura çalmada ün kazandı. Kendi yazdığı deyişlerini de okuyup
söyledi. 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta, Madımak Oteli’nin yakıldığı katliamda
hayatını kaybetti. Cenazesi İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
***
Mazlum Çimen kimdir?
1958 yılında Maraş Elbistan Sevdilli köyünde doğdu. Ailesinin İstanbul’a
taşınmasının ardından Anadolu Hisarı Kavacık’ta Selahattin Karakaşlı
ilköğretim okulunda başladı. Akabinde devlet konservatuarı keman bölümüne
girdi ve
4 yıl sonra aynı okulun bale bölümüne geçti. Okulun ilk mezunları olarak
1981 yılında mezun oldu ve İstanbul devlet opera ve balesinde bale sanatçısı
olarak göreve başladı. Müzik çalışmalarına ise ilk olarak derlemeler yaparak
başladı. Küçük yaştan itibaren bağlama çalıyor. Ozan Nesimi Çimen’le,
Anadolu’da dolaşıp derlemeler yapan Mazlum Çimen bu süreçte tanıştı halk
müziği ve Alevi deyişleriyle. Kendi çalışmalarına ise 1980’lerin başında
kendi bestelerini oluşturmaya adım atarak başladı. Daha sonra film müziği
alanına geçti. İlk çalışması ‘Aysarının Zilleri’nin ardından, ‘Mem û Zin’,
‘Soğuk Geceler’, ‘Hollywood Kaçakları’, ‘Işıklar Sönmesin’, ‘Nazım Hikmet
Ziyaretçin Var’, ‘Gönlümdeki Köşk Olmasa’, ‘Büyük Adam Küçük Aşk’, ‘Oyun’,
‘Son Cellat’, ‘Umut’ film müzikleri, birkaç dizi müziği, belgesel müzikleri
ve ‘Yunus Emre’ (1989 Diyarbakır Devlet Tiyatrosu) ‘Ferhat ile Şirin’
(İstanbul Şehir Tiyatrosu) oyun müziklerini yaptı. Aktörlük de yapan Mazlum
Çimen, müzik çalışmalarıyla yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda ödül kazandı.
Mazlum Çimen kurduğu, Çimen müzik’te film ve müzik çalışmalarına devam
ediyor.
birgun.net'ten alınmıştır...
2 Temmuz 1993 de Hâkk'a yürüdü.
|